Sayfalar

9 Ağustos 2011 Salı

İçim biraz dağınık


Yabancılaşmak koca bir şehre...

O kocaman kalabalığın içinde 'yaşayan' tek 'insanın' var olmadığı kocaman bir 

şehir ve önemi varsa eğer; kırıklıklar..

Umutsuzluk değil de; çaresizlik,

Şüphe değil de; karmaşa..

Uydurduğumuz adların bir önemi varsa eğer; o da bunun eş anlamlısı.

Fark nerede?

Özlemlerim var benim, hiç elde edemeden şimdiden çok özlediğim

 özlemlerim...

Hayallerim var, umutlarıma her seslenişinde mevcuttan birer birer eksilen

Ve bu yoksulluğa rağmen içimde ölmeyen bekleyişler...

İçimde, nefes alabildiğim bir gezegen bile kalmadı...

Hepsinin yok edilişini izledim... Birer birer patlayışlarını!

Tepeden tırnağa çığlık kussam da yüreğim ağzına kadar dolu hala...

Çünkü; sesim yankı yapıyor dışarıda

Ve cansız nesnelere konuşuyormuşcasına 'duvarlara' çarpıp geri dönüyor bana!

Elimdeyse kocaman bir sıfır...

Ben; düşüncelerimi kaçla çarparsam çarpayım elimde sıfırlar sürüsü kalıyor

 bu aralar...

Sussam diyorum biraz, gömülsem gizli mabedime...
Gitsem mesela biraz-kendime kendime-

20 Mayıs 2011 Cuma

Dönüş..*

İtiraf ediyorum; kalemi elden bırakmak başlı başına hataymış... Boyumdan büyük isyanlara girişmeye ramak kalmışken, 'yazıya dönüş' ü seçtim tekrardan. Yazı ile basit bir 'günlük' yazıyormuş gibi oyunlar oynamak benim hobim sanırım; öyle ki sadece yaşamış olduklarımı yazmam-kurgular, abartılar ama bazen de 'tıpkısının aynısı' dediğimiz durum akıyordur hikayelerimde... Başlı başına bir 'yalnızlık' hissi (lütfen kimse alınmasın -benim kalabalıklaşmam ve o kalabalıkta zapt edilmem bir hayli zordur,bilenler bilir-) aldı başını gidiyor bugünlerde... Ara ara yerleşen, sonra sanki hiç gelmemiş gibi çekip giden bu boşluk duygusunun adının bir önemi varsa eğer; eh hadi 'yalnızlık hissi' diyelim o zaman.

Bugünlerde en çok 'hayallerimi' özlüyorum. Evet, olmasını istemekten hiç vazgeçmediğim ama hala kavuşamadığım 'masalsı görüntüler'... Bilmiyorum hiç başınıza geldi mi bu; ama herkesin vardır hani bir 'rüya evi' ve ben evime gitmek istiyorum bugünlerde... Orada, sakin sakin çayımı yudumlamak, kitaplarda bahsedilen ve insanı deli gibi özendiren o yeşillikler içindeki manzaraya karşı, cansız nesnelere derdini anlatmak mesela. Dertsiz insan yoktur; ama hadi diyelim ki; derdin olmasa bile oturup güzelce içini dökebilmek... Çünkü; 'doğa' seni dinler; gerçek anlamda hem de, lafını kesmeden, adabıyla, sonrasında tüm sırlarını içinde muhafaza ederek ama hiç unutmadan-belleğine kazırcasına-seninle ağlarcasına dinler. Saçmalık mı, değil mi, anlattıklarının anlamını, sebebini, absürtlüğünü, hatta önemini anlamak için uğraşmadan dinler. Yani yormaz insanı 'doğa'... Ve bence bu yüzden herkes onu 'rahatlatıcı' bulur.

"Hayat; sadece 'meşrubat' içmekten :), film izlemekten, cafelerde oturmaktan ibaret değil, çok daha fazlasını paylaşabilmektir, yaşamla kavga ede ede nefes almak-soluklanmaktır-" diye içlenenler, ne demek istediğimi anlamış olmalı...:)
NOT: Blogum, çok özlediğimi farkettim... Seni ter ketmeyeceğim bir daha:)