Sayfalar

6 Aralık 2010 Pazartesi

Küçük Bir İtiraf

Acıya direne direne buz gibi oldu kalp... Soğuk bir taştan ibaret artık!




Kendimi bildim bileli, hayatın yapbozu elimde, ben eksik parçaları arar dururum... Kimi zaman tek eksik parça kalır, kimi zaman baştan dağılır ellerimde. Ama; bu aralar farklı bir oyuna dönüşmeye başladı bu tamamlamaca; yerine koydukça daha bir eksiliyor sanki... Oyun, benimle oyun oynuyor gibi, kendi kendine değiştiriyor parçaları ve ben izlemekten başka hiçbir şey yapamıyorum. Kendi 'hayat' yap-bozuma müdahale edemiyorum, ne tuhaf!


Sürekli kendini yenileyen kötü bir şaka var arkamda. Nereye gitsem takip ediyor beni. Bir karar aldığımda çelme takıyor, şeytanlarını sürüyor üzerime! Yeni bir yola giriyorum, önümü kesiyor ve ne acıdır ki bunu benden başkası görmüyor, bilmiyor. Zırhımı kuşanmış bekliyorum siperde, tek başıma... Çünkü; tüm askerlerimi ele geçirdi, beni yalnız istiyor bu düşman. Her seferinde kazanıyor, ele geçiriyor benliğimi, tüm hayatımı... Boyun eğmek düşüyor bana, ayaklanana kadar susup oturmak dizinin dibinde!


Evrenin bir takım yasaları vardır; birçoğumuzun bildiği üzere... "İyi düşün iyi olsun", "Pozitif ol güçlü kal", "Pes etme"...Gibi gibi bir sürü felsefe! Ben, tüm bunların sadece fiziksel yaşamda mümkün olduğunu anladım. 'Fizikleri' ile yaşayanlarda... Oysa ki benim güçlü yanım; kalbim, beynim değil... Benim defalarca küsüp sonra yine omzuna yaslandığım; ruhum! Fizikle değil, metafizikle evliyim ben. Bu yüzden de yasaların hepsi tersine oynar bende; 'İyi düşün genelde kötü olur', 'Pozitif ol nasılsa geçici', 'Pes etsen iyi olur çünkü sonuç aynı olacak' gibi...


Şimdi o kadar çok isterdim ki tüm bunlara 'karamsarlık mahsulü' diyebilmeyi, kendimi kandırabilmeyi... Gerçekleri kabullendim ben sadece, yapabileceğim tek şey bu çünkü... Ve gerçekler öyle sahiplendiler ki beni, tehdidi hep ensemde, en sonunda kimseye bırakmadılar beni... Saolsunlar! Ama; bu kez son olsunlar...!

5 Aralık 2010 Pazar

Fotoğraf Günlüğü...

Bazen, değişiklik yapmak istersiniz... Hiç aklınıza gelmeyen şeyler;


Değişim; sadece gereklilik değil, mutluluktur da... Özgüvenle birleşmektir.

İlk kez bir fotoğraf günlüğü oluşturuyorum... İlk olmasından ziyade, çok değerli bir arkadaşımın bu çekimleri yapması, albümü değerli kılan...
Çekimler profesyonel değil,makine profesyonel değil ve biz de tabi ki..:) Ama; gelen izlenimler çok hoş ve benim yanaklarımı kıpkırmızı yapacak derecede utandırıcı:)

Bir yolculuğa çıkıyorum bugünlerde... Artık tek başımayım; dostlarımı yada ailemi bir süreliğine hayatla bensiz bırakıp, gerçek bir hayal alemine uzanan sarp bir yolda tüm kırıklıklarımı onarmayı deneyeceğim. Yolculuğun en güzel yanı; ne kadar süreceğini bilmesem de, sonunda başaracağımın eminliği ile keşfetmek yeni dünyayı...

2 Aralık 2010 Perşembe

Eski Zamanların Hikayesi...

Bir insandan bir canavar yaratabilirsiniz. Hani şu melekle şeytanın uygunsuz kapışmasından doğan yaratıktan söz ediyorum. Birçoğunuz anlamaz şimdi... Anlamayın da zaten. Bazen, bazı şeylere şahit olmaktansa, hep kör kalmak daha iyidir.

 " Ot gibi " yaşanmaz derdim bugüne kadar, bence "ot gibi " yaşayın siz en iyisi... Tüm acı tecrübelerim ağzımdan alev topu gibi fışkırıyor bu gece! Tüm okyanuslar birleşse küle dönmez bu facia!
Bir 'yan kapı' açtım ömrümde ilk kez. İnatla, inandığım değerler uğruna dümdüz, korkusuzca gitmek 'ahmaklık' mış! Bazı insanlar doğduğu andan itibaren bir bandrolle yaşamak zorunda kalırlar: biz buna 'istisna durum' diyelim ve işin tuhaf yanı o istisnalar asla bir araya gelemezler. Kimliğim kadar eminim buna işte! Bu yüzden; bandrollü insanların 'ruh eş' ini bulma/bulduğunu sanma ümitleri palavradan ibarettir. Koca bir fiyaskodur bu dürtü! Susturabilen hatta yok edebilen varsa, yok etsin bu dürtüsünü... Çünkü; emin olun haddinden fazla pahalıya maloluyor...!
Kendinizi affetmemeyi becerebildiniz mi hiç? Bu; büyük bir gurur abideliğidir; onurun anıtıdır adeta ruhunuzun baş köşesinde. 'Aptal' olmak istediniz mi hiç peki? Gerçekten anlamıyor olabilmek olup biteni... Ben, kulak zarımı delmek isterim bazen, hatta gözlerimi koparmak! Zihnimi bulandırmak isterim mesela... Bilmiyorum ki bu organlar mı ruha çok yükleniyor yoksa ruhun mu fazla gözü açık? Ve birinin yerine, yerin en dibine girmek istediniz mi hiç? Bir korkak gibi hani...

Kocaman korkak yürekli insanlar tanıdım ve tüm bu tanışıklıkların tek ortak noktası şuydu; hepsi kendilerini küçültüp gittiler...Bir dakikada kaç kez "keşke" dediniz ve ardından onun adıyla aynı cümle içerisinde kurmaya cürret edemeyeceğiniz ama en sonunda en basit haliyle ismini o cümle içerisine ısrarla sokan "yazık" kelimesini...!Yürekten bu kadar aşağıya sarkmanın manası yoktu halbuki..Düşüşün tehlikesiydi işte bu.. Gözden, kalpten, tenden düşüşün tehlikesi..
Ben 'aşk' ı hiç sevmedim bir keresinde... Aşk'a aldanmayı hazmedemedim... Bin bir türlü güçlükle kucakladığım ve zarar görmesin diye başımın üzerinde taşıdığım o koca heykelin hiçbir tılsımı yokmuş meğer... O, bir sürü küçük heykelcikten birleşip gelmiş ellerime... Parçalanınca anladım!
Şimdi, kimse dokunmasın yüreğime...

29 Kasım 2010 Pazartesi

Ahlat' tan...

Bu çocuğun gözlerindeki hüznü hiç unutamadım... Acılarımız çarpışmıştı o an sanırım, bu yüzdendi bu etkileniş. Mavi ama mat ve derin sulara dalmak gibiydi ışığına kapılmak... Çok sadeydi anlattıkları... Kirpiklerinden düşüyormuş gibi  kelimeleri vardı devrik cümlelerinde. Hepsini tutmaya çalıştım avuçlarımda ama zamanla silinip gidecek biliyorum...

İzi mutlaka kalacak olsa da...

26 Kasım 2010 Cuma

Bir Buruk Veda

Hiç düşünmeden, lafın nereye gideceğini bilmeden cümlelerinizi seslendirdiğiniz oldu mu hiç?
Bugün o anlarımdan birindeyim işte... Sebebi ise; ölüm... Ben buna farklı bir isim vermek istiyorum kendi hikayemde: " yitiriş"

O, birinci dereceden akrabam değildi... " Birinci derece akraba " ne demekse artık... Çok sık yüzünü gördüğüm, sesini duyduğum biri de değildi. Ama anılarımda yeteri kadar yer kaplamış bir abiydi, bir amcaydı... Neşeli zamanlarıma pay olmuş oldukça eğlendirici bir şakaydı aslında... Ailemden dinlediğim 'gençlik hikayelerinin baş kahramanıydı' :Fahrettin Amca!

Dopdolu geçen, acı, tatlı Ankara vurgunlarımız olmuştu bizim. Kızları; Merve ve Gülşah ile... Öz kuzenim değildi onlar; emin olun çok daha yakınlardı bana! Evlerinde günlerce kaldığım zamanlarda, Fahrettin Amca hiç yabancılık çektirmezdi bana. En asabi anlarımızda bile, bize kahkahalar attırmayı başartırdı... Kendi halimize bırakmayı da bilirdi zaman zaman. Belki de bu yüzden özleyeceğim O' nu en çok! Ve belki de yirmi yedi gün öncesinde onunla sohbet etmek, her zamanki gibi şakalaşmamızı hatırlamak acıtacak beni en çok...

'Ölüm' ; nereden ve nasıl gelirse gelsin, öyle acıtıcı, öyle inanılmaz ve apansız ki... En kötüsü de yaşam dolu insanlara yakıştıramamak, bir türlü oturtamamak bu sıfatı onların isminin önüne!

Aniden bırakıp gittin bizi... Bilirim, elinde olsaydı böyle çabuk pes etmezdin sen! Kalbin oldu sana ihanet eden... Böyle apansız kaçırıp götüren uzaklara... Bu kez dönmeyeceksin üstelik... Ama; biliyorum ki, nerede olursan ol, gülümsemeni hiç kaybetmeyeceksin... Huzurlu ol Fahrettin Amca, geride en güzel gülümsemeni bıraktın bize... Hoşçakal....!

16 Kasım 2010 Salı

Kadere Teslim Etmek Kederini

Acı, derine işledikçe, pan zehiri etkisini yitirmeye başlar...Gözyaşı donar, kalp sadece hayatta kalmak için atar...Sanki tüm hayat fonksiyonların sadece birer refkleksmiş gibi hareket halindedir. Böyle olurmuş demek ki acıyla tanışmak, öğrendim. Acıyla ilk kez tanışmadım aslında, ilk kez çaresiz kaldım. Ruhum bedenimden ayrılmış gibi, tamamıyle kendi haline büründü ve kimseyi dinlemez bir pervasız oldu çıktı. Sonunda bunu başardı (başartıldı)!


Komik değil mi; zoru seçmek, acıyı seçmek ve bir ömür mahkum olmak apayrı bir 'şey' e. Bildiğini ispat edememek, halbuki ispata gereksinimi olmayan alelade bir olgu için, susmak zorunda kalmak! Küre' nin iç yüzünde gördüğün tüm 'bir dakika sonralar' ı kendine saklamaya mecbur olmak çok acı! Tanıştığım en büyük acı!


'Susmak, bazen çok şey anlatır' derler... Yalan! Susmak birçok durumda kadere teslim etmektir kederini. Ve susmak; zamanı çalmaktır aslen! Konuşmaktan daha fazla yorar, daha çok acıtır, bilinsin...


Kendimi koca bir yalana dolayıp sığ denizlere atmak istesem, geride bırakacağım kaç ev sahibi öksüz kalacak...Biliyorum. Ben hiçbirine ait olmadığımı söylesem...


'Yazı'; sorgulamadan, adabıyla susup beni dinleyen, anlayan ve beni ne olursa olsun terk etmeyen en iyi dost...Tüm teşekkürlerim sana aslında...Sürüklediğin için, keşfetmemi sağladığın ve hep omzunu başım için sakladığın için... Bir kez daha hafiflettin...Teşekkürler sana!

13 Kasım 2010 Cumartesi

Annem' in anlatmak istediklerini yirmi üç yaşında anladım...

9 Kasım 2010 Salı

Çelişki

Çelişki; melekle şeytanın en keskin tartışmasıdır.


Ateşle suyun birleştiği anda geriye sadece ıslaklığın kalması gibi, çelişki hali devam ettikçe küle çevirir her şeyi! Kendine ihanet etmek istedikçe, en tehlikeli silahların boy gösterir önünde; güven, bağlılık ve şüphesiz inançlar... Yakıştıramazsın bir okyanusun buzla kaplanabilme ihtimalini! Ve düşünmekten alıkoyamazsın kendini; ' ya yanılıyorsam/yanıltıldıysam? '


Hiçkimse, inandığı değerleri ve inanmasını sağlayan özneyi kolay kolay silip atamaz. Öfke; tüm bunları karalayabilmek için sana teselli saldırıları sunabilir; ama hepsi sahtedir. Bilirsin, böyle şüphesiz inandıktan sonra, korkmak, kaçmak, karalamak yakışmaz...


Ve 'aşk' herkese yakışmaz. Aşk; her babayiğidin harcı değildir. Anladım ki aşkın en becerikli hali; tekil olanıdır. Aşık ile birleşiklik sağlandığı an, belki de yapılması gereken şey; şans dilemektir. Çünkü; her insan, içinde bulunduğu durumun 'aşk' olmadığını kabul edebilecek kadar zeki/cesur olmamakla birlikte, aşk'ı kendine sapan yapıp sadece özgürlük, sadece huzur, sadece sevgi isteyen kuşları gökyüzünden birer birer indirebilme yeteneğine sahiptir... Şans dilemek gerekir; çünkü aşkı, birçoğu eline yüzüne bulaştırmaktan başka bir şey yapamamaktadır!


Ne tuhaf... Aşk'ı tanımlayamayan sayısız insan topluluğu içerisindeyken, şimdilerde bunu yapmakta hiç zorlanmıyorum. Yaşadığım şeyin ne olduğunu, ilk kez bu kadar iyi biliyorum. İlk kez böylesine korkusuz, böylesine gururlu ve hiç olmadığım kadar fedakarım. Kendime söz geçirebileceğim vakit elbette gelecek; fakat bazen 'hayat' oyun oynuyor işte. Çok görüyor bazen 'son arzunuz nedir?' sorusuna verdiğiniz ufacık bir cevabı...


Bugünlerde, şans diliyorum ben de...Ama bu kez kendime değil. Yanılma ihtimallerine...

7 Kasım 2010 Pazar

.....

Kuşadası...Balıkçılar çay bahçesi...


Dostlarım yanımda, kıyıya döşemişiz yüreklerimizi...Ağız ağıza verip karanlığa attığımız sohbetlerimizin tadı başka...Adıysa hep 'aynı'...
Uzayan konuşmaların ardından gelen sisli gözyaşları, bir daha hiç akmayacak...Hissettik..!
Ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...Tıpkı burkulan kimlikler gibi...
Acıların adı başkalaşacak...Nasır tutmuş ellerin hali yüreklerle birleşince geriye tek şey kalacak:

Değişen, soğuyan cesetler gibi, bu başkalaşımın dönüşü olmayacak...!

5 Kasım 2010 Cuma

' Bu kadar mı değerliyim? ' dediğiniz oldu mu hiç kendinize...

Bugün, belki hiç olmadığı kadar değersiz hissettim kendimi...Değersizliğin önemi bugün'de gizli değil, sadece içimde daha fazla tutamadığım kırıklık keskinleştikçe ne varsa aktı önüme olağan bir hızla...
Kimsesiz bırakılmış ki bir kuyunun içinden ufacık boyuyla 'tek başına' çıkmaya çalışan zavallı bir çocuk gibi, günlerdir kendi iç evimde oyalayıp duruyorum cevapları...Kaçıncı sıradayım gözyaşları silinecek olanlardan ve yok olsam vaktinde sahip bulur mu ki bu haber gideceği yere?


Bu muydu hepsi..? Topu topu bir haykırış mıydı.. Sonrasında göze almak mıydı yitirmeyi?


Kendime gelmek için günlerdir katettiğim yollarda, upuzun gölgeler peşimdeyken, biliyor musunuz hep yalnız kaçtım! Sığınak yok oldu...Sığınak; tıpkı kendine çekilen bir bencil gibi, bilinmeyen bir limana demirledi kendini...Sebep; bir önemi yok sanırım...


Ben... Bu kadar mı değerliydim yani?

4 Kasım 2010 Perşembe

İki Yürek Hastası

Nefes almanın bir ritüele dönüşmesi gibi, en derinine yerleşip sana dualar fısıldayan bir 'can' var artık...
Dünyanız yanıyor ve sen o cehennemi bile bile ateşe hapsediyorsun kendini!
Belki de baş edemediğin bir güce karşı boyun eğmenin tek doğru/en soylu eylemidir bu...
Tanrı olsaydım, günah yazmazdım bu eğilişe...
Öyle temiz bir günah ki çünkü...

'Kadercilik' tam da bu noktada başlıyor işe.
Hayat makinesine bağlı iki yürek hastasının tepkisizliğine ve kendilerinden başka birilerini yok etmeme direnişine karşı; kader...

'Yalan' hiç bu kadar güzel bir gerçekle örtüşemezdi herhalde
Sadece kendilerini eriten iki buz parçasının acısında gizliyken!
Bir mezarın kokusu öylesine genzi yakarken...
Tanrı bir armağanla bekliyor olmalı bu meleksiliği...

Susmak, yürek çarpıntısının her zerrende en şiddetli halini almaya başladığı an
Gitmek; gidebilmenin en güçlü somutu olduğunda,
Ve sen soyutluğu terk edemeyeceğini bildiğin için; ölmeyi 'en kutsal ibadet' saydığında

Artık 'sen=o' olmuştur...
İki bilinmeyenin birbirine eşitliği,
Çözümün sonsuzluğunda gizli...




17 Ekim 2010 Pazar

Tuhaf Bir Gariplik Hikayesi

Bakınız bulutlar bir deprem eşliğinde dans ediyor..
Çok eşli olmanın vermiş olduğu azaba nispeten,
Güneşe kıs kıs gülüyorlar..!


Ben senden geçtim ya dünya,
Kara kışı cebime koyup alay ettim ya tüm mevsimlerle daha birkaç zaman önce,
Biliyor musun vız geliyor çığın,selin,depremin!


Boşuna uğraşma kader!
Elimde sonsuz acıların şerefsiz şerefine içilmiş en büyük kadeh var...
Dalga geçiyorum ulan seninle anlasana!


İçimde toplasan üç beş tane yıldız,
Arkalarını döner bazen,
Umrumda mı ?
HAYIR!


Gözyaşımı içe içe sarhoş oldum ayılamıyorum...
Kırık bir sandalye, rutubetli bir gardorap, bir de sayısını bilemediğim kitap!
Onlar da bana ait değiller..


Bir pijamam var çiçekli,
Delinsin be giyerim ben onu daha çok yıl!
Kahrımı çeker beni sara sara,
Dar mı gelir bol mu gelir yalnızlık(??) bilemem...


Yanıma usulca sokuldu kanadı yanmış bir serçe...
Kim bilir kimin içki masasına kondu da kim yaktı sönmeyen sigarasıyla zavallıyı...


Naylon poşete konulup atılsa acılar, hatırı kalmasın dediğin hatıralar..
Ne iyi olurdu değil mi...
Biz plastik nesiliz halbuki!
Ama mümkünatı yok sahte olsa bile acı verir değerler/değmemişlikler...
İnsanız ya her şeye rağmen..!!(?)


Korkmak çözüm müymüş gidebilmeye?!
Üstüne üstüne..
Değilmiş...!


Bir sen varmışsın sende...
Kimsenin bilemeyeceği,
Bir senin tadabileceğin şizofrenik sancılar varmış özünde...
Kimseyle tanıştırmaya cesaret edemeyeceğin!
Bir sen daha varmış bir yerlerde,
Belki birgün kavuşabileceğin belki yarım kalabileceğin...
Dünya böyle yuvarlakmış işte!
Dön dolaş gel kendine!..


Kırıyorum ama cam parçacıkları kesmiyor artık...
Yada kanım dondu akmıyor her neyse...
Bu bile tuhaf bir mutluluk veriyor yüreğime...
Sen varsın ya şimdi,eminim ya hani.................


Her şey vız geliyor...!!;)

9 Ekim 2010 Cumartesi

"İnsancıl' lık"

Dilim sürçüyor, yani yanlışkla mutlu oluyorum,tuhaf! 'Mutluyum' diyorum ciddi ciddi, dünyanın tetikteki haline aldırmadan...Çok mu arabesk oldu? Bence değil...Hepiniz kendi içinizde depresif ağlarla oradan oraya sürüklenmiyor musunuz? Bence evet...!


Hadi biraz fazla dürüst olalım bugün. Sıkılan yok mu aranızda, 'karizma' sına göre arkadaş seçmekten kendini alıkoyamayanlardan? Yada şöyle söyleyeyim; liderlik kanatları altına sığınıp, ezikliğini liderine karşı beslediği enteresan bir güvenle kapattığını düşünerek başkalarına kükreyenlerden? Yalnız kaldıkları anda sütü devrilse bile sesini çıkaramayan kedi misali masumane bir dostluk görüntüsü çizmeye yeltenenlere ne demeli? Bugün, 'gençlik camiası' dolaylarında fink atan en büyük sorun bu bence. İtiraf edebilen, kabullenebilen var mı aranızda bu doğruluk payını?


Yapmayın arkadaşlar...İnsanları sosyal statülerine göre sınıflandırmak ayrı bir şey, insanı insan olarak ele almak apayrı bir şey. Ama bana göre çok başka bir şey...İnsanın sınıfı olmaz. İnsanın etiketi olmaz. İnsan 'iyidir' diyemezsin, 'kötüdür' de... Kaçımız 24 saatlik dilim içerisinde farklı farklı ruh hallerine misafir olmuyoruz ki?


Önyargısız, sorgu-sual eşliğinde, sevecenlikle insanoğluna yaklaşımın idrak edilmesi dileğiyle...

6 Ekim 2010 Çarşamba

Sevgiyle..Mutlulukla...

Yahu felek ne kahpeliktir ki omuzuna yaslansa da dağlar, güveni bir içim su kadardır. İçersin de bitiverir aniden. Kabına sığmayan mutluluklar da bir bir geçer, sonsuzunu bulana kadar. İşaret parmağının ucuyla çizilmiş bir kara kalem resmidir havada kalan şaşkınlık ve dosdoğru kadere iletir sustuklarını.

Ne çare ki yavaş yavaş öldürür insanı sevda..Koşmadan, en sakin haliyle yürür karanlığına. Bir çelmeyle devirmek için en kuytu halli sevinçlerini! Sarpa sarar zindanında boğulan kuş nefesleri..Susarsın, unutursun, 'eyvallah' der geçersin yaşanmışlıklara! Böylesine acımasızdır inançsızlaşman ruh'a, bedene, can'a ve canan'a bulaşma hali..Yeniden oluşmak bir o kadar imkansızdır! Kendine dönmen vuslatsızdır, yalansızdır!

Kabul et ki, sen, sen değilsin artık. Boyun eğdiğin bir değişmişliğin var hallerinde. Akıp gider huysuzluğun sükuta doğru ve bir kendi halinde sakinlik bürünür damarlarına! Kesseler kanınla kusar hepsini! İşte öyle bir hapsetmektir kendini bu...

Yavaş gelir ölümün...Bir daha doğmanın, bir kez daha doğabilme, ayaklanabilme ihtimalinin sancısı kadar yavaştır bu geliş. Kaybolmamak için çırpındığın an dibi boylayacağını bile bile tutunursun işte hayata...Çünkü; bir diğer ihtimalin canda değildir artık! Çünkü; o sen, sen değildir artık..

Sevgiyle...

19 Eylül 2010 Pazar

İbarelerden İbaret

Masumdu tüm katiller içimde yetiştirdiğim...Aslında öksüzlerdi! Hepsine ev sahipliği yaptım çoğu kez,
Her şeyi onlar vurdu, ben değil.
Benim içimde yetiştirdiğim iyi niyetlerim astı herbirini bir bir.. O ip ağır geldi boyunlarına.
Kendi kendilerini astılar..


Dilim,içimde öksüz bırakılmış sevgilerin, ruhumu jiletleyen hayal kırıklıklarının zedelenmesiydi..
Bu yüzden seslenirken dilim, hiç kimseye acımadı.
Acıtılandan daha fazlasıydı...

18 Eylül 2010 Cumartesi

ADI; ÇÖP SEPETİ OLSUN

Şimdi yeniden başlamalayım..Yeniden yazmak gibi içimi.
Hergün daha da yeniden başlamak, daha gerilere gitmek öteye br adım atabilmek için,
Güzel..


Yanılmak güzel, ruhunu severken ruhsuzlaşmak güzel, güneşin doğması falan,
Yağmurlar-kasırgalar hikaye...


Bir çocuğun küçük ellerinin, avucunda kaybolmasındadır mutluluk!


Oje/aseton kokularının yoğunlaştığı bir kız çocuğu odası,
Hadi tamam, olgun bir bayanın yatak odasını da ekleyelim kurmacamıza.
Ne benliksel yasaklar yatar oradaki gardorabın üzerinde
Ve ne kadar azimlidir büyüme hatta değişebilme tutkusu kirli sepetinde..
Onlarca izmaritin dolup taştığı gizli kültablasında,
Aslen söndürülen sayısız gençlik aşkları..


Bir kasap bulmalı, en güçlüsünden hani..
Doğramalı bazı düşünceleri bir biir,
Hatta bazılarını dövmeli, öldürmeli
Ve biz o parçaları sarıp sarmalayıp başkalarına satmalıyız ha? Öyle mi?
Ne kadar duyarlıca..


Mesela, kimse anlamasın isterim içimdeki boşluğu..
Çok yankı yapmasa anlaşılmayacak.
Kendime fısıldasam, hayata karşı çığlığa dönüşüyor.


Kimse kusura bakmasın ama ben çöp sepetimi hiç kullanmadığımı farkettim.

11 Eylül 2010 Cumartesi

Doğum Günü Hatırası

Bu zaman, daha farklı şeylerden söz edeceğim...Orhan Nuri Hocam' ın isteği üzerine, farkettim ki genel geçer ama bir o kadar da hayati kavramları imgelemeliyim bu kez.


Biten 23 yıl neyi ifade etti bana? Ne öğretti? Bugünlerde çözümlemeye çalıştığım ve sanırım bir kefeye oturtabildiğim cevaplarım var... 'Hayat'ın, bakış açılarıyla ne kadar da paralel gittiğini anladım mesela. İnsan denilen canlının, aslında unutmak istediği zaman unutabildiğini, vazgeçmek istediği zaman vazgeçebildiğini, sabırlı ve umutlu olmak istediği zaman, tüm maneviyat ve maddiyatlar bütününden daha yüksek bir güce sahip olabildiğini farkettim.


Kişi, herhangibir nesne ile kolay kolay bağlılık kuramaz. Bu nedenle sadakatsizlik her an 'diz boyu risk' tanımıyla karşı karşıya getirir bizi... Daha da karmaşık olan şu ki; kişi, kendini sadık olmaya zorlar. Bu zorakilik de onu bambaşka bir insan haline getirir ve kaçınılmaz son gün gelir dikilir karşımıza.


Hiçkimse kendini üzmek istemeyecek kadar bencildir; bu yüzden ki karşılık beklenmeden yapılan şeyler sadece refleksler bütünüdür. Aslen olması gereken; karşılıkların olumsuz olarak yada yetersiz seviyede geri dönmemesidir. Ben; gereğinden fazla ayrıntılı düşünen ve bu nedenle hassas yapıda olan kişiliklerdenim. 'Değer' kavramının ortasını kolay kolay bulamam; öyle ki değer verdim mi haddimi aşarım! Bu sebeptendir ki kolay anlaşılmam, kolay gözden çıkarılırım çoğu zaman...


'Yalnızlık' denen şey, bugüne kadar hiç de hoşuma giden bir yapılandırma değildi ömr-ü hayatımda. Bugün, değişen şey ise; yalnızlığın aslında ne kadar doyurucu ve ne denli asil olabildiğidir... Şahsın biri demişti ki bana günün birinde; 'yalnızlık bir lükstür'...Ve bu yüzden herkes ona sahip olamaz, her ruh bunu taşıyamaz...


Olur ya, çağ atlarken yaşam basamaklarında, merdivenleri süpürme ihtiyacı duyarsın tekrar tozlanacağını bile bile...Temizlik günlerindeyim bugünlerde. Hayatımda toz örtünmüş ne varsa (pas tutmuşlar daha fazla), bir bir süpürüyorum. Yüreğimden gelen sözcükleri en usta tercümanlarıma bile çevirtememişsem, demek ki eksik yüreklere değmiş dilimin heceleri! Sınama saatleri aslında en başından eleme süzgecindeymiş de görmemek için gözlerimi kapamışım dostluklarıma...


Öyle onurlu ki maneviyatım...Yüreğimin sesini dinlediğim hiçbir anın geri dönüşümü olarak pişmanlığı yaşamaman bu onuru bahşetti avuçlarıma! İnsanım ben, hem de en idealinden! Hatalarıyla, vicdanıyla, gururuyla ve anormallikleriyle bunları dile getirebilecek kadar cesur bir varlığım... Kiniyle, gurur denen kibiriyle canavara dönüşüp onu bunu laflayanlardan değil. Sıradan yaşamayı beceremeyecek kadar çılgın, hayalperestliğin tokadını yemeyecek kadar cüretkarım. Korkak olanlar içindir hüznüm... Cesaretsizliğinin ayıbını saklayıp cesaretimi ayıplayabilenlere!


İnandığım en yüce Varlık, beni tek evren, bir kişi yada olay dahilinde onları yörüngem yapıp yıldızları çöpe atmayacak kadar açık gözlü yarattığı için şanslıyım. Ömrüm yettiği sürece, hiçbir zaman bu ölçüde şapşallaşamayacağımı biliyorum. Unutmam gereken zaman dilimlerini keseme kaldırıp, unutmamam için gözüme sokulan her iyiliği, her kötülüğü, binbir vefasızlığı da, en ağır ders kitabım olarak her daim açıp çalışacağımı biliyorum. Ne kadar çalışırsam çalışayım, nasılsa anlaşılabildiğim ölçüde başka gözlerdeki seviyem.


Ben, öyle bir çığır açtım ki az öncemde...


Hayat'ımın tek ve en muazzam tanışıklığı olan Tane'm...Bana en mükemmel Pelin'i eşitledin varlığınla. Senin adın; dost, senin adın aşk-ı sevgi, adın ruhumun öğretmeni, iyileştiricisi. Adın; 'farkındalık' oldu bende...En büyük, en tarifsiz ikramiyemsin belki de...Beni değiştirebilen en güçlü değişimsin! Cümlelerimi yeniden kaleme almamı sağlayan! Sonsuzumsun!Son sözümsün her hikayemde...


Sana söz verdiğim gibi, hücrelerim yaşam sinyali verdiği sürece, hep ama hep olduğu gibi kalbime ayna tutup yansıtacağım...Yalansız, cesurca, inatla duracağım her 'olgu'nun karşısında...Aksini yapabilmemin bir mümkünatı yok bende. Bu yüzden, şu dakikadan sonra umrumda değildir görmeyen gözler, yapmacık gülüşler! Öylesine mutluyum ki, onca kendini bilmez arasında kendimi bildiğim, kendimde olabilidğim için...


Ben; büyüdüm!

19 Ağustos 2010 Perşembe

?

Canım acımıyor artık,başka türlü bir şey oldu..Çok başka bir durum, değişik bir hal. Yazmak isteyip toparlayamamak da cabası...Sanırım, insanın önce bir silkelenmesi gerek anlaşılabilir şekilde yazabilmesi için...Aslında başımdan aşağı bir kova kaynar su döküldü günlük..Bugün sana 'günlük' diyesim geldi; çocukluğa özenmiş olabilirim belki de...Her neyse, işte o sıcak sular gün geçtikçe daha da yakmaya başladı beni..Neden? sorusu beynimi yiyip bitirirken ve susmayı yeğlerken...İnsan bir başka insan olup çıkıyor..Her seferinde farklı farklı şeyler yaşıyoruz evet, değişik şekillerde yorumluyoruz ve bambaşka yaşıyoruz acıyı da ümitleri de sevinçleri de...Bazı 'en'ler ve 'ilk'ler yerleşiyor özgeçmişimize..Her an yenileri ekleniyor. Ama; biliyoruz ki bazı şeyler var, mucize gibi hani..Hani bir kez başına gelebileceğine inandığın şeyler..İşte bunun telafisi olmuyor..Varlığını tanıdın ya bir kere, sonrasında yokluğu çok büyük bir boşluk getiriyor...En çaresiz durumlarda ise; yapabileceğin tek şey; o yakaladığın şeye bir başkasında sahip olamayacağını kabullenmek oluyor...Yaşadığım süre boyunca, gerçekçi olmaktan kendimi alıkoyamadım hiç..Bu realistlikle, inandığın değerlerin arkasında dimdik durmak birleşince, ortaya 'çılgın' yada 'hayalperest' diye bir kavram çıktı..Herkes, farklı farklı yorumladı ama işin aslı ben de...Bu yazımı beğenmedim..İlk kez içime sinmedi..Sanırım daha fazla silkelenmem gerek..

14 Ağustos 2010 Cumartesi

SU'SAMAK

Bugünlerde, dar bir sokakta fink atmak ile meşgul olan bir kaç kedi yavrusundan biri varsayıyorum kendimi..Sütüm önüme kondu mu, suyum da var mı ilişiğinde..Amenna! Yaşıyorum o zaman. O sokakta sadece misafir bir kedi olduğumun farkındayım. Bunun tam da bilincindeyken işte; bir gölge nüksediyor tabaktaki süte...İçindeki ekmek parçacıkları aniden başka başka cisimlere dönüşüyor. Suya bakıyorum..Onda da durum pek farklı değil; kendimi değil, senin yansımanı görüyorum kıvrımların üzerinde..

Ayna ile su arasındaki tek fark; aynada, istediğin her an görebilirsin kendini ve görmek istediklerini...Suda ise durum şöyledir; sadece, ışıklar yansıdıkça görebilirsin her şeyi. Ve gece, ayışığının yansımasıdır karanlıkta su üzerinde görebilceğin tek parıltı...Aynalar durağandır, kırılgandır, kirlenebilir. Ayna değiştirebilirsiniz sık sık; değişmeyen tek şey gösteren kısmıdır! Su ise her şeye rağmen akar, akar elbet; lakin gün gelir yatağını bulur, gömülür oraya. Ve su; kendini hep yeniler, kirlenmez..

Su; tüm hava şartlarına rağmen hep varolan ve varolacak olan, reddedemeyeceğimiz tek ihtiyaçtır! Kronik refleksler bütünü..!

11 Ağustos 2010 Çarşamba

TANE'M

Yarım kalmış bir cümle gibi,


Yani devrikliğinden bile vazgeçilmiş kelimeler bütünü düşün!


Noktayla virgülün yerini karıştırır gibi,


Özne kim? Nesne nerde diye bakınırken,


Yüklemimi kaybetmişim..


Hadi şimdi adı "biz" olalım öznenin..


Nesnemiz olmasa da olur!


Ve adı "tamamlanmak" olsun yüklemimizin..


Tamamlanmayı eylem bilip en yalın,en mastar haliyle seviyorum seni!..


Kalbime bu kadar yakışacağını bilseydim yüreğinin,


Gözlerimi geleceğin yerden ayırmazdım bunca zaman..


Konuşmayı öğrenirken,ilk olarak adının heceleri dökülürdü herhalde dilimden..


Şimdi tüm zamanları bir zamanda birleştirip


Biz'i biriktiriyorum avuçlarımda..


Seni saklıyorum...

10 Ağustos 2010 Salı

======

İçimde pı pır uçuşan kelebekler mi desem,


Zaman mekan ve bilinmezlik sorusunun boş kalan şıkkı mı desem..


Endişelerin artmasıyla oluşan kalp ağrısı ve duygu bulanması mı desem?


Dilim kararıyor, ruhum dönüyor, çok fenayım..!


Hasta mı oldum sana yani?


Kafamda kendine mikrofon tutmuş bir el,


Ona şaşkın şaşkın bakan bir çift dudak...


Biri diyor ki bekle,


Diğeri diyor ki...Kaç!
Sadece sesim değil, yüreğim de kısık bugün..


İçimde son birkaç günün acıtıcı burkulmaları,


Ne olduğunu anlayamadığım duyguların çatışması


Ve yorgunluk...


Bugün çok yorgunum, çok renksizim!


Akreple yelkovan birbirlerini kovaladıkça


Bende de sürekli birbirine dolanan heyecan ve '..'


O adını kavrayamadığım 'şey'...


Bir adanın küçük mağarasında saklanmak isterdim!


Arada bir güneşi içime çekip


Bazen yağmurlarla birlikte koşup


Ama çoğu zaman gükyüzünü izlemek...


Sanırım en iyi bu gelirdi...

6 Ağustos 2010 Cuma

Oldukça karışık bir duygudur;
Birinin yerine utanmak..
Onun adına, onun utançsızlığına utanmak..
Açık bakiyeleri ben kapatmayacağım artık!
Sadece izleyeceğim...
Her şey öylesine değişken ki,
Benim de bir değişik halim işte bu!
Bugünlerde, bazı anlar böyleyim...
Bazen suskun, bazen ellerim bile yetmiyor
Kelimelerimi susturmaya...
Ve ne çok hüzünlü,
Ne de gerektiği kadar neşeliyim!
Yolun ortasından gidiyorum...